8 Kasım 2009 Pazar

Demokrasi mi? Hani Nerede?

Bu yazıda 2002 Yılından itibaren Türkiye'nin demokratikleştiğini,ileri doğru dönüştüğünü ve Batı ile devam eden 'entegrasyon' sürecinin hızla devam ettiğini iddia eden 'tatlı su demokratı' görüşlerini ele alıp,rasyonal çözümleme ve çıkarımlar yapma gayretinde olacağım.

2002 yılı,krizden yeni çıkmış ve beceriksiz kualisyon hükümeti ile iyice yıpranmış halkın tekrar seçimlere gittiği yıldı. Seçimlerden her ne kadar yeni bir parti olsa da,seçimi kazanacağı 'sürpriz' olmayan bir parti olan AKP galip çıktı. İktidara geldiği ilk yıllar,irtica tehlikesi-Laiklik ikilemli polemiklere sahne oldu. Cumhuriyetçiler bu hezimeti kolay kolay üzerlerinden atamadılar ancak muhalefet yapma aracı olarak sadece 'Laikliği' seçtiler. Bu da halk nezdinde değer görmedi ve AKP 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de ezici bir oy oranıyla galip çıktı.

Bu elbette şaşırtıcı değil,zira Türkiye'de çok partili yaşama geçildiği andan itibaren halk her daim,sağ-islami-liberal partileri iktidara taşımıştır. Bu partiler DP ile başlayan süreçte Cumhuriyetin ilerici karakterli kazanımlarını 'hiç etmiş',ülkeyi dışa bağımlı hale getirip,sömürgeleştirilmesinde ön ayak olmuşlardır. Demokrat Parti eli ile ülke başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere egemen güçlere adeta 'peşkeş' çekilmiştir. Marshall ve Truman yardımları alınmış,batı sermayesi ülkeye akın etmiş ve ülke yarı-sömürge karaktere bürünmüştür. Bu aşamada yönetimde olan,'dini hassasiyetleri olan halkın seçtiği kişiler' değil,'Batılı Emperyalistlerin truva atları' olmuştur. O dönemlerden itibaren ülke çıkarları yerine egemen güçlerin çıkarları korunmuş,buna uygun yasalar çıkarılmıştır. DP iktidarı,NATO'ya girebilmek uğruna,Türkiye asker'inin kanını pazarlamış ve Kore'ye asker yollamıştır. Nitekim bu çaba 'karşılığını' almış ve Türkiye 1952 yılında NATO'ya girmiştir. Bu dönemlerde Halk Evleri ve Köy Enstitüleri kapatılmış ve İmam Hatipler'in sayısında adeta 'misli' oranlarda bir patlayış yaşanmıştır. Bu dönemde ekonomik programlar Dünya Bankası gibi kuruluşların verdiği 'görevlerle' şekillenmekteydi. İktidar tarafından bu türlü adımlar 27 Mayıs darbesine kadar şiddetlenerek artırıldı. 'Milli İrade'nin verdiği güçle iktidar,yetkisini sınırsız olrak görüyor ve muhalefetin yaşamasına izin vermiyordu. Seçimlerde kendilerine oy vermeyen Kırşehir'in ilçe yapılması,alevi yerleşim bölgelerindeki bataklıkların kurutulmayıp sıtma salgınına göz yumulması,tahkikat komisyonu kurulması (...) gibi eylemler bu iktidarın 'Anti-Demokratik' karakterini adeta gözler önüne seriyordu.
Nitekim kendisi de bir toprak ağası olan Adnan Menderes,toprak ağalarının,tefecilerin,zenginlerin çıkarını düşünürken,geniş halk kitlesinin ve özellikle işçi kesiminin haklarını ve taleplerini göz ardı ediyordu. İşçi Sınıfının her sesini çıkarma girişiminde,her örgütlenme atağında önlemler alıyor ve bu gibi 'atılımların' önüne set çekiyordu. Velhasıl,Demokratik yollardan başa gelen bu iktidar,daha sonra Anti-Demokratik karaktere bürünmüştü ve bu iktidar yine bir Anti-Demokratik uygulama olan askeri darbe ile iktidardan indirildi.

Daha sonraki yıllarda bu görüşteki parti,bu kez 'Adalet Partisi' adıyla kuruldu ve bu parti de iktidara geldi. 1960'lı yılların sonunda ve 70'li yıllarda iktidar olan bu parti,özellikle ülke içinde ve dışında artmakta olan Sol muhalefetten tedirginlik duymuş ve bu oluşumları her daim bastırma ve yok etme yoluna gitmiştir. bu dönemde üniversitelerde öğrenci avları başlamış,gençler kimliği belirsiz kişilerin sıktığı kör kurşunlara hedef olmaktaydı. Toplum üzerindeki baskı da hissedilir boyuttaydı. Ancak Sol potansiyel'i engellemekte yetersiz kalması ve parti-içi sorunlardan dolayı bu partinin 'güçsüz kalması' neticesinde ordu 12 mart muhtırasıyla yine iktidara el koymuş ve meclis'i fesh etmiştir. Bu muhtıra ile baskı daha da artmış ve öğrenci-gençlik liderleri asılmıştır. Devam eden süreçte Solcular üzerine 'sürek avı' başlamıştır.

1970'lerin ikinci yarısı itibari ile,engellenemeyen toplumsal muhalefet,o zaman Sosyal-Demokrat bir yapıda olan CHP'nin oylarını artırmış ve bu sağ kesimin birleşmesini sağlamıştır. Bu süreçte,Adalet Partisi,Milliyetçi Hareket Partisi,Milli Selamet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi birleşerek 'Milliyetçi Cephe'yi oluşturmuşlardır. Bu dönemler kualisyonlarla geçse de,Topluma ve ilerici kesimlere yapılan baskılar Milliyetçi Cephe ile devam etti. Yurt çapında kurulan Komünizm karşıtı dernekler,kamplar her anlamda palazlanmış ve ülkedeki Terör had safhaya ulaşmıştır. Bu dönemde gerçekleşen hadiseler her ne kadar "sağ-sol çatışması" olarak deklare edilse de,büyüyen sol harekete karşı Faşizan ve Para-militer baskılar,solcularda da nefsi müdaafa duygusu uyandırmış ve solcularda Faşist şiddete karşı haklı olarak karşı çıkmışlardır.

Bu dönem'in kapanışı 12 Eylül 1980 darbesiyle olmuştur. Bu darbe de toplum bilincinin üzerinden silindir gibi geçmiştir. Şunu belirtmem gerekir ki,bu darbe halk ve ülke üzerinde en kalıcı etki bırakan darbe olmuştur. Bu dönemde toplumsal muhalefete karşı cephe alan kesimlerde baskıya maruz kalmış ve 'sağa da sola da eşit vuruyoruz' algısı yaratılmıştır. Darbe öncesi,24 Ocak kararları olarak adlandırılan Neo-Liberal ve yabancı sermaye yanlısı ekonomik program yürürlüğe girdi ve darbe ile bu program uygulamaya konularak,işleyişi bizzat cunta idaresi tarafından güvence altına alındı.

Darbe sonrası AP'de tıpkı DP gibi kabuk değiştirmiş ve sonuç itibariyle ardıl olarak iki parti kurulmuştur. Bunlar; Doğru Yol Partisi(DYP) ve Anavatan Partisi(ANAP)'dır. Bu partiler tüm olanlara rağmen yine halk'ın gözde partileri olmuşlardır,günümüze kadar ki süreçte her daim iktidar olmuş ya da kualisyon hükümeti içerisinde yer almışlardır. 1980'li yılların sonunda,Sosyalist ülkelerin çözülüp,tek kutuplu dünyaya geçiş yaşanırken,Neo-Liberal ekonomik politikalar,Globalleşme gibi 'Kapitalist' içerikli mevhumlar daha çok tekrar edilmeye başlanmıştır. 1990'lı yıllar ülkenin hızla Neo-Liberalleştiği dönem olmuştur(tüm dünya ile senkronize bir şekilde).

Milenyum'a gelindiğinde,aslında çok da şey değişmemiştir. Dünya ve sermaye hızla globalleşmekte,zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artmaktaydı. 2002 seçimlerinde de bu gidişata uygun olarak sandıktan AKP çık(artıl)mıştır. 1980 sonrası başlayan Özelleştirmeler AKP döneminde hızlanmıştır,bu dönemde tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmamış özelleştirmeye imza atılmıştır. Şunu görmemiz gerekir ki,egemen güçler gerçekten de yerli işbirlikçileri çok dikkatli ve iyi seçiyor. Zira ülkede hiçbir salt 'Liberal' parti barajı bile aşamazken,Milliyetçi ve İslamcı kılıf içerisinde bulunan Liberalist politikalar,halktan sonsuz destek almaktadır. Geçmişte de böyle olmuştur,AKP örneği ile görüyoruz ki bugün de böyle olmaktadır. Söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum ancak,aynı politikalara imza atan 'öncülleri' gibi AKP'de,geniş halk kitlelerinin çıkarları yerine,egemenlerin ve sermayenin çıkarını savunmuştur ve savunmaktadır. AKP eli ile,herşey sermaye'nin hükmü altına sokulmaya çalışılmaktadır. Eğitim,Sağlık gibi en temel insani haklar bile piyasalaştırılmaktadır. Kredi kartı mağdurları,işçiler,emekçiler,esnaflar,alt ve orta kesim yurttaşlar artık gelecekten umudunu kesmiş vaziyettedir. Hali hazırda teğet geçti denilen kriz'in yükü önceki krizlerde de olduğu gibi,emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Ülke medyada,siyasette,kültürde tek sesliliğe doğru hızla gitmekte. Mevcut iktidara muhalif olan sermayedarlar bile linç politikasına maruz kalmakta,ya sindirilmekte ya da AKP yandaşlığı yapmak durumunda kalmaktalar. Toplumsal alanda çağdaş ilkeler safdışı bırakılmaya çalışılmakta,aydınlığa set çekilmeye çalışılmaktadır. Hali hazırda bozuk olan eğitim sistemi,bilimsellikten çok uzaktadır. Bir yandan sermayeye bu alanları rant sahası olarak açarken,diğer yandan kendi zihniyetlerinin tezahürlerini eğitim müfredatlarına zerk etmekmeler. Yani her zaman söylediğim tabirle ifade etmem gerekirse; "Ülke gericileşirken Globalleşiyor"

Burada konu sadece sağ-islami partiler değildir,burada asıl konu sistemdir. Zira düzen partilerinin siyasal fraksiyonu ne olursa olsun,düzen'in çıkarlarını savunmaktadır. Ancak sağ partilerin çok partili sistemden bu yana iktidar olmaları,halk tarafından desteklenmesi eleştirinin bu partilerde yoğunlaşmasını sağlıyor. Zira şu an ülkeyi yönetenlerin de bu tıynette olduğunu düşünürsek,hiç kimse bunların haksız ve yanlı eleştiriler olduğunu iddia edemez.

Bu noktada yazımın başlığına dikkat çekmek istiyorum. Halkımıza Demokratikleşme olarak yutturulan gelişmeler,aslında Demokratikleşme değil 'Globalleşme'dir. Globalleşme denilen kavram ise,tüm dünya halklarının,çevremizin,doğal kaynaklarımızın sermaye tarafından talan edilmesi demektir. Globalleşme sermaye'nin 'ulusal' karakterden çıkıp küresel bir karaktere bürünmesidir. Cumhuriyet'in nisbeten ilerici olan damarları da,bu çerçevede kesilip atılmaktadır. Egemenler ta öteden beri Türkiye'ye biçtikleri rolün son aşamasına gelmiş bulunmaktalar. Şu durumda Demokrat olmanın kıstası,egemenlerin güç dengelerinde piyon olmak değil,ilerici olmak,sömürünün karşısında olmak ve eşitliği savunmaktır. Bağımsızlığın olmadığı yerde Eşitlik,Eşitliğin olmadığı yerde Özgürlük,Özgürlüğün olmadığı yerde ise Demokrasiden söz edemeyiz. Halkımızın derin uykusundan uyanması ve bu gidişata bir dur demesinin vakti geldi de geçiyor bile.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Che Guevara Üzerine

Devrimci,Doktor,Şair,Ekonomist Che Guevara aramızdan ayrılalı,dünya halkları için silah kuşanmayı bırakalı tam tamına 42 yıl oldu. 39 yıllık kısacık yaşamının en verimli yıllarını sömürüye,zulme,eşitsizliğe ve adaletsizliğe başkaldırarak geçirdi. ancak aynı kişi Kapitalizm tarafından bir meta haline getirildi ve Che Guevara artık 'markalaştırıldı'. yaşamını Kapitalizme karşı durmakla geçiren birinin, Kapitalizmin metası haline getirilmesi oldukça ironik bir durum.

Bu yazıda Metalaştırılan ve alelade bir 'figür' haline getirilmeye çalışılan,Sosyalist Devrimci Che'yi dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. ideallerini,yapmak istediklerini,yaptıklarını ve yapamadıklarını.. kısaca Che'nin dünya halklarına bıraktığı mirasını.

Arjantinli bir doktor iken Güney Amerikayı baştan sona gezen ve buralardaki yoksulluğu,çaresizliği gören Che,sadece bir doktor olarak o insanlara hiçbir faydasının dokunamayacağını anladı. Che,ilk olarak o gezi sayesinde gördüğü insanlar yüzünden siyasetle ve dolayısı ile Sosyalizmle tanıştı diyebiliriz. ekonomik eşitsizlik ve sömürünün,Kapitalizmin bölge halklarına en büyük armağanı olduğunu gördüğünde,bunu değiştirecek tek şeyin 'devrim' olduğu fikri filizlendi Doktor Che Guevara'da. işe ilk olarak kendi düşünsel devinimini gerçekleştirmekle başladı. Marksizmi inceledi,bunun üzerine kitaplar okuyup araştırmalar yaptı. bu aşamada Guatemaladaki 'Sosyal devrim'e iştirak etti. tarihler 1953'ü gösteriyordu. daha sonra,yani 1955'te Meksikada Fidel ve Raul Castro kardeşlerle tanıştığında hayatının en büyük davasına girişecekti. Che 26 Temmuz Hareketine katılarak Küba devrimi için çalışacaktı..

Nitekim öyle oldu. ancak Che sadece Kübayı değil,tüm dünyayı,tüm dünya halklarını düşünüyordu. 1955'te Meksika'da Fidelle görüşmesinde Fidel'e şunları sordu;
-Geminiz var mı ?
-Yok.
-Paranız var mı ?
-Yok
-Adamınız var mı ?
-Biraz var.
-Sen gerçekten delisin Fidel.
-Biraz delilik iyidir doktor.
-Bu arada benimde bir şeyi belirtmeme izin ver. Kübadaki devrim sonrası bana izin vereceksin,diğer halkların devrimi içinde çalışacağım!
-Sen benden daha delisin Ernesto.

Küba'daki diktatörü devirme planları yaparlarken ellerinde hiçbir şeyleri yoktu. imkansızlıklarla dolu bir maceraya atılıyorlardı belki de. ama içlerindeki inanç tüm imkansızlıkları imkanlı hale getirecek derecede kuvvetli idi. nitekim 1956 yılında, adı 'Granma' olan,döküntü,su alan ve 20 kişilik yata 82 kişi doluşarak Kübaya doğru yola çıktılar. Küba'da karaya çıkar çıkmaz 82 kişilik ekibin neredeyse yarısı yakalandı ya da öldürüldü. içlerinde Fidel,Raul,Camilo ve Che'nin olduğu grup ise 'Sierra Maestra' dağlarına çıkarak diktatör Batistaya karşı gerilla mücadelesine başladı. mücadeleler sırasında Che'nin görevi gerillalarının doktorluğunu üstlenmekti,ancak saldırıya uğradıkları bir sırada,tıbbi malzeme çantası yerine mermi ve silahlara sarıldığında artık Che savaşçı bir gerillaya dönüşmüştü.

Her konuda olduğu gibi savaş ve gerilla stratejileri konularında da kendini geliştirdi. artık yoldaşlar arasında yükselen bir 'savaşçıydı' Che. ve artık ona 'Doktor Che' değil,'Commandante Che'(Komutan Che) deniyordu. Halkın desteği ile Küba devrimi ilerliyordu. Gerillalar çoğalıyor ve hızla Diktatörü yıkmaya doğru adım atıyorlardı. nitekim gerilla hareketi başarılı oldu ve Diktatörün iktidarı devrildi. Amerika destekli diktatör Batista ansızın Dominik Cumhuriyetine kaçtı,artık devrim başarıya ulaşmıştı. askerler ve resmi görevliler teslim olmuşlar,affedilmeyi talep ediyorlardı. halklar sokaklara dökülmüş, diktatör yönetiminin yıkılmasını ve devrimin başarıya ulaşmasını kutluyorlardı.

Artık devrim başarıya ulaştı,"bundan sonra ne olacak?" şeklinde sorulan sorulara Che şu cevabı veriyordu; "Hayır!,Devrimimiz asıl şimdi başlıyor."
İktidarın ele geçirilmesini izleyen süreçte her anlamda devrimci atılımlara imza atıldı. Mahalle komiteleri oluşturuldu,okuma-yazma seferberliği ilan edilip %100 okuma oranına ulaşma hedeflendi,eğitim sistemi değiştirilip çağdaş,devrimci ve ücretsiz eğitime geçildi. konut sorununa çözüm getirildi. işsizlik sorununa büyük ölçüde çare bulundu. üretim artırıldı. toprak reformu yapıldı,topraksız köylülere toprak verildi. Kollektivizasyon çalışmalarına başlandı,"Kollektif Mülkiyet" olgusu yaygınlaştırıldı. bu adımlarda gösterdi ki,artık yönetim halkındı. Küba,Kübalılarındı. Diktatörlük döneminde fuhuş,kumar ve uyuşturucu merkezi olan,halkı ve köylüleri sefil durumda yaşayan Küba artık şahlanarak ayağa kalkıyordu. Onurlu halkın ve devrimcilerin direnişi sömürücü güçleri alt etmişti. sömürücü Kapitalist güçlerin daha sonraki süreçlerde de,Küba devrimini alt etme çabaları Küba halkı tarafından geri püskürtülecek ve Emperyalistler emellerine ulaşamayacaktı.

İmkansızlıklar,imkanlı hale getirilmiş ve hedefler başarılmıştı. bu durumu en güzel açıklayan cümle Che'nin;"Gerçekçi ol,imkansızı iste!" sözü idi.

Yönetimin ele geçirilmesi ve Sosyal,Kültürel,Ekonomik,Siyasal gelişimin hızla sürdüğü dönemde Che,"artık misyonunu tamamladığını ve devrimi diğer ülkelerde gerçekleştirmeye çalışmanın zamanının geldiğini" düşünüyordu. gizlice Küba'dan ayrılan Che,aynı zamanda Küba vatandaşlığından ve tüm resmi görevlerinden de ayrıldı. bir süre nerede olduğu merak konusu oldu. sonra Kongoda ortaya çıktı. yani enternasyonalist devrimci Che,artık Kongo'da devrim için çalışacaktı.

Kongo'da yerel gerillalara katıldı. Çünkü Che,Afrika kıtasını Emperyalizm'in "zayıf halkası" olarak görüyordu ve devrimin burada da başlaması gerektiğini düşünüyordu. yerel gerillalarla birlikte faaliyetler yürüttü. ancak yerel gerillalaların uzlaşmaz tavırları,inatçılığı,inançsızlığı yüzünden bu hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Che yenilgiyi ilk defa burada tattı, her ne kadar kendinden kaynaklanmayan sebeplerden dolayı olsa da.
Kongo'dan ayrılışından sonra yine nerede olduğu ve ne yaptığı merak konusu idi. ancak daha sonra Bolivya'da olduğu ve buradaki gerillalarla devrim için çalıştığı ortaya çıktı. şunu da belirtmek gerekiyor ki,Che kongo'da da,bolivya'da da farklı isimlerle çalıştı. Che Guevara adını kullanarak değil,o gerillalardan biri olarak mücadeleye katkı sundu. bu açıdan bakıldığında Che'nin her türlü komplex ve kibirden yoksun olduğu ve ne denli fedakar ve mütavazi bir devrimci olduğunu görebiliriz.

Che Bolivya'da ELN(Bolivya Ulusal Kurtuluş Ordusu) ile birlikte çalıştı. burada örgütün bir dizi başarılı eylemler yapması sonucu dikkatler bu yöne çevrilmişti. Che'nin bolivya'da olduğunun anlaşılması neticiesiyle de Bolivya ordusu büyük operasyonlara başladı. Che buraya geldiğinde,yerli halktan,muhaliflerden ve diğer örgütlerden destek göreceğini düşündü,ancak Che büyük bir yanılgıya düşmüştü. diğer Komünistlerden destek görememesi,halkın sefalet içinde yaşamasına rağmen yine de Che ve devrimci harekete destek vermemesi,Bolivya deneyiminin de karamsarlığa sürüklenmesine sebep oluyordu.
Nitekim bu karamsarlık boşuna değildi. 8 ekimde Bolivya ordusu ve CIA ortak operasyon düzenleyerek bu harekete balyoz indirmek,gerillaları ve özellikle Cheyi öldürmeyi planlıyorlardı. 8 Ekim'de çatışmalar yoğun geçti. gerillalar kuşatılmıştı,kaçacak yerleri,mühimmatları ve destekleri yoktu. ve çatışmalar nihayetinde bir çok gerilla öldürüldü,Che Guevara yaralı olarak ele geçirildi. ele geçirildikten sonra bir okulun odasına kapatılarak burada beklemeye alındı.

Yüreği insan sevgisiyle çarpan bu devrimci yürek yine de boş durmuyordu. okulun öğretmenini yanına çağırtarak ona; "Bu okulun çok kötü durumda olduğunu,burasının çocukların eğitimi için hiç uygun bir yer olmadığını ancak buna binayen hükümet yetkilerinin lüks dairelerde yaşayıp,mercedeslere bindiğini" söylemişti. ve eklemişti;"işte biz bunun için devrim yapmak istiyoruz. açlıktan,yoksulluktan kırılan halkın durumunu iyileştirmek,tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve yaşanılası,insancıl bir düzen yaratmak için savaşıyoruz" demiştir.
Artık ölüm anı yaklaştığında da, ölümün karşısında korkusuzca ve başı dik bir şekilde durmuş,Emilio Zapata'nın da dediği gibi; "dizleri üstünde yaşamaktansa ayakları üzerinde ölmeyi yeğlemiştir". bu kertede Che,Bolivya ordusu ve CIA tarafından yargısız infaz edilerek,kurşunlanarak öldürülmüş,daha sonra cesedi halka sergilenmiş ve bedeni parçalanarak bilinmeyen bir yere gömülmüştür. bedeni ile bu dünyadan ayrılsa da,düşünceleri ve yaptıklarıyla dünyanın ezilen halklarının yegane umut kaynağı olmuştur. Che,kendi de söylediği gibi, "Dünyanın neresinde olursa olsun ezilen insan varsa,yüreğin onlarla birlikte çarpmalı" düsturunu şiar edinmişti.

Che ölümünden bu yana çeşitli maksatlı kampanyaların,manipulasyonların ve bilgi kirliğinin hedefi olmuştur. Batı'da ve yurdumuzda kimi zaman metalaştırılıp içi boşaltılarak zararsız ve apolitik bir 'öge' haline getiriliyor kimi zamanda 'katil diktatör' olarak nitelendiriliyor. talihsiz bir şekilde değişik sol fraksiyonlarca da "küçük burjuva","maceracı reformist" olmakla itham edilmekte ve enternasyonalist olmamakla suçlanmakta. kısaca şu soruyu sormamız gerekiyor; Dünyanın çeşitli bölgelerinde canını ortaya koyarak ezilen halklar için mücadele eden,sömürüye,zulme ve eşitsizliğe baş kaldırarak, devrim için çalışan ve sonunda bunların diyetini canıyla ödeyen biri Enternasyonalist değil ise nedir ?

Che'nin bıraktığı miras herşeyden önce Küba ve Güney Amerika halkının,daha sonra dünyanın tüm ezilen halklarının ve tüm 'yoldaşların' kalbinde ve mücadelesinde yaşamaktadır. ünlü Fransız düşünür ve filozof J.P.Sartre' Che Guevara'yı, "Çağımızın en gerçek insanı" sözleriyle övmüş ve Che Bolivyadayken çeşitli yardımlarda bulunmuştur. Che Guevara'nın kişiliği, düşünsel ve eylemsel edimleri '68 Kuşağı' gençliğinin de esin kaynağı olmuş,bu kuşak tarafından da sahiplenilmiştir. elbette hataları,yanlışları ve eksikleri de olmuştur,kabul. ancak dünya devrim hareketi ve dünyanın ezilen halkları bu koca yürekli devrimciye çok şey borçludur.


O halde yazımızı,Sunay Akın'ın şu güzel dizeleriyle bitirelim;

Dünya böylesine güzel
Olur muydu yine
Diplomasını çerçeveleyip
Para kazanma derdine
Düşseydi dr. Che
Yüreğini dağlara asmak yerine

F.G

12 Temmuz 2009 Pazar

Eğitim sistemi ve ÖSS

2009 ÖSYM verilerine göre bu yıl ki ÖSS sınavına 1 milyon 324 bin aday girdi.

ÖSS puan türlerine göre derece yapanlar ise,gene bildik özel okul öğrencileri. şimdi yakından bakalım;

ÖSS SÖZ-1 Puan Türü:Birinci: Kayseri Özel Hisarcıklıoğlu Fen Lisesi'nden
İkinciler: İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nden,Kayseri Fen Lisesi'nden ,Özel Amerikan Robert Lisesi'nden

ÖSS SÖZ-2 Puan Türü:Birinci: İstanbul Özel Çağ Fatih Fen Lisesi'nden
İkinci: Bursa Özel Nilüfer Lisesi'nden
Üçüncü: Özel Amerikan Robert Lisesi'nden

ÖSS Sayısal-1 Puan Türü:Birinci: Aydın Fen Lisesi'nden
İkinci: Kayseri Özel Hisarcıklıoğlu Lisesi'nden
Üçüncü: Adana Fen Lisesi'nden

ÖSS Sayısal-2 Puan Türü:Birinci: Özel Fatih Fen Lisesi'nden
İkinciler: Özel Devran Lisesi'nden,Özel Antalya Fen Lisesi'nden

ÖSS Eşit Ağırlık-1 Puan Türü:Birinci: Kayseri Özel Hisarcıklıoğlu Fen Lisesi'nden
İkinciler: İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nden,Kayseri Fen Lisesi'nden,Özel Amerikan Robert Lisesi'nden

ÖSS Eşit Ağırlık-2 Puan Türü:Birinci: İstanbul Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi'nden
İkinci: Adana Özel Burç Özgören Anadolu Lisesi'nden
Üçüncü: İzmir Atatürk Anadolu Lisesi'nden

ÖSS DİL Puan Türü:

(İNGİLİZCE) Birinci: Özel Amerikan Robert Lisesi'nden

(ALMANCA) Birinci: Özel Alman Lisesi'nden

(FRANSIZCA) Birinci: İstanbul Galatasaray Lisesi'nden


Aralarda bir kaç tane 'Devlet okulu' öğrencisi olsa da ezici çoğunluk 'Özel' okulların öğrencilerinden oluşuyor.

Şimdi bir soru soralım; ÖSS ne için yapılıyor? El-cevap: devlet üniversitelerinde okumak için. Peki niye hep birinciler,zengin aile çocukları ve 'özel okul öğrencileri' oluyor? işte bunu bilemiyoruz..yok aslında biliyoruz. bu sorunun cevabı eğitim sisteminin ta kendisidir! öğrencilere üniversiteyi dersaneye tonlarca para bırakarak kazandıran sistemde elbet bu sonuçlar kaçınılmaz.

O zaman ÖSS'yi kazanmak ve hatta derece yapmak için gerekli olan şeyler nedir birlikte sayalım;
1-Zengin ve varlıklı ana-baba(olmazsa olmaz)
2-Özel okul
3-Özel ders/özel öğretmen
4-Dersane(hem tonlarca para verip zengin etmek için,hem de derece yapınca o dersanelerin reklamını yapmak için)
5-e birazcık da zeka. fazla olmasına gerek yok,ekonomik meblağlar o farkı kapatır.(zeka olmasa da olur,diğer 4 şarta sahip olup zekaya sahip olamayanlar için ise vakıf üniversiteleri mevcut.)

Bu yukarıda sayılan şartları taşıyorsanız ülkemin devlet üniversitelerinin kapısı size sonuna kadar açık. işte eğitim sistemi bu denli yoz,bu denli maddiyata dayalı ne yazık ki. çevremde dersaneye gitmeden üniversiteyi kazanan neredeyse yok!. peki Başbakanın sadece seçim meydanlarında ucuz vaad verirken hatırladığı 'fakir-fukara,garip-gureba'kitlenin evlatları ne yapsın? dersaneye gidemez,özel ders alamaz,özel okullarda okuyamaz. öyle görülüyor ki üniversiteyi de kazanamaz,kazanamıyor da zaten. orta gelirli ailenin çocukları da borç-dert bir bilemedin iki yıl dersaneye giderek güç bela ÖSS'yi kazanabiliyor ve bir üniversiteye yerleşebiliyorlar(üniversitedeki harç ücretleri ve zamları hakkında bir şey söylemiyorum zira o başka bir tartışma konusu)

Sağolsunlar her bir kaç yılda ÖSS sistemini değiştiriyorlar. oysaki çözüm ÖSS sistemini değiştirmek değil,ezberci ve maddiyata dayalı eğitim sisteminin bütününü değiştirmek. ne yalan söyleyeyim bunun olmasını beklemiyorum da zaten. zira olursa,özel okullar,dersaneler, kısaca öğrenci ve velileri sömüren kurumlar nasıl ayakta kalacak değil mi? bu ülkede garibanların rahat yaşama hakları olmadığını biliyoruz maalesef o garibanların evlatlarının da okumaya hakları yok!

11 Temmuz 2009 Cumartesi

SSCB 1936 Anayasası

Vakt-ü zamanında,araştırma yaparken hep sovyet anayasası bulamamaktan şikayetçiydim. sonradan bir derginin internet portalında bu anayasanın bazı maddelerine erişebildim. ben de benim durumumda olanlar olduğunu düşünerekten anayasanın elimdeki kısmını yayınlıyorum... anayasa görsün gözünüz.

1936 SSCB Anayasası'nın bazı önemli bölümleri:



SOVYET TOPLUMUNUN ÖRGÜTLENMESİ

MADDE 1. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, işçilerin ve köylülerin sosyalist devletidir.

MADDE 2. Toprak sahipleri ve kapitalistlerin alaşağı edilmesinden ve proletarya diktatörlüğünün yaratılmasından doğan ve güç kazanan Emekçi Halk Vekilleri Sovyetleri, SSCB'nin siyasal temelini oluşturur.

MADDE 3. SSCB'de tüm iktidar, Emekçi Halk Vekilleri Sovyetleri'nde temsil edilen kent ve kırın emekçi halkına aittir.

MADDE 4. Sosyalist ekonomik sistem ve üretim araçları ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti, kapitalist ekonomik sistemin lağvedilmesi, üretim araçları ve aletlerinin özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması ve insanın insan tarafından sömürüsüne son verilmesinin sonucu olup, SSCB'nin ekonomik temelini oluşturur.

MADDE 5. SSCB'de sosyalist mülkiyet devlet mülkiyeti (tüm halkın mülkiyeti) ya da kooperatif ve kolektif çiftlik mülkiyeti (bir kolektif çiftlik mülkiyeti ya da kooperatif birlik mülkiyeti) şeklindedir.

MADDE 6. Toprak, doğal kaynaklar, sular, ormanlar, değirmenler, fabrikalar, madenler, demiryolları, su ve hava taşımacılığı, bankalar, posta, telgraf ve telefon, devletin büyük tarım işletmeleri (devlet çiftlikleri, makine ve traktör istasyonları vd.) ile belediye işletmeleri ve kentlerdeki konut işletmeleri ve sınai bölgeler, devlet mülkiyetidir ve bundan dolayı tüm halka aittir.

MADDE 7. Kolektif çiftliklerdeki ve kooperatif örgütlerdeki kamu işletmeleri, çiftlik hayvanları ve aletleri, kolektif çiftlik ve kooperatif örgütlerin ürünleri ile bunların binaları, kolektif çiftliklerin ve kooperatif örgütlerin ortak sosyalist mülkiyetini oluşturur. Kamusal kolektif çiftlik işletmesinin temel gelirine ek olarak, kolektif çiftlikteki her hane, konutunun yanında kişisel kullanım için küçük bir toprak parçasına ve kişisel mülkiyet olarak toprak üzerinde ek bir tesise, bir konuta, büyükbaş hayvanlara, kümes hayvanlarına ve tarımsal artelin kurallarına uygun olarak küçük tarım aletlerine sahip olabilir.

MADDE 8. Kolektif çiftliklerin bulunduğu topraklar, bunların kullanımı için bedelsiz olarak ve sınırsız bir süre için, yani sonsuza dek onlara ayrılmıştır.

MADDE 9. SSCB'de hakim ekonomik biçim olan sosyalist sistemin yanı sıra, yasa, tek tek köylü ve zanaatkarların kendi emeklerine dayalı olarak ve başkalarının emeklerini sömürmeksizin küçük özel ekonomiye sahip olmasına izin verir.

MADDE 10. Yurttaşların çalışma ve birikimlerinden gelen kişisel mülkiyetleri, konutları, ek hane ekonomileri, ev mobilyaları, kişisel kullanım aletleri ve eşyalarının yanı sıra, yurttaşların kişisel mülkiyetlerini miras bırakma hakları yasa tarafından korunur.

MADDE 11. SSCB'nin ekonomik hayatı kamu refahını artırma, emekçi halkın maddi koşullarını sürekli olarak iyileştirme, kültürel seviyelerini yükseltme, SSCB'nin bağımsızlığını güçlendirme ve savunma kapatisetini artırma amacıyla devlet ulusal ekonomik planı tarafından belirlenir ve yönetilir.

MADDE 12. SSCB'de çalışmak, “Çalışmayan yemez” ilkesi uyarınca, her sağlıklı yuttaş için görev ve bir onurdur. SSCB'de uygulanan sosyalist ilke, “Herkesten emeğine göre, herkese emeğine göre”dir.

SOVYET DEVLETİNİN ÖRGÜTLENMESİ
MADDE 13. SSCB, aşağıda belirtilen eşit haklara sahip Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin gönüllü birliğinden oluşan federal bir devlettir:

Rus Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Ukrayna Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Belorusya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Azerbaycan Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Gürcistan Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Ermenistan Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Türkmen Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Özbek Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Tacik Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Kazak Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Kırgız Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Fin Karolyası Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Moldavya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Litvanya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Letonya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
Estonya Federe Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti

MADDE 14. SSCB'nin en yüksek devlet makamları ve yönetim organlarında temsil edilen yetkileri şunlardır:

a.Birliğin uluslararası ilişkilerde temsil edilmesi, başka devletlerle anlaşmalar yapılması ve imzalanması;
b.Savaş ve barış sorunları;
c.SSCB'ye yeni cumhuriyetlerin kabulü;
d.SSCB Anayasasının uygunluğun denetlenmesi ve Birlik Cumhuriyetlerinin Anayasalarının SSCB Anayasasına uygunluğunun güvence altına alınması;
e.Birlik Cumhuriyetleri arasındaki sınır değişikliklerinin onaylanması;
f.Yeni özerk bölge ve bölgelerle Birlik Cumhuriyetleri içerisinde yeni Otonom Cumhuriyetlerin oluşturulmasının onaylanması;
g.SSCB savunmasının örgütlenmesi ve SSCB'nin tüm silahlı kuvvetlerinin yönetimi;
h.Devlet tekeli temelinde dış ticaret;
i.Devlet güvenliğinin korunması;
j.SSCB'nin ulusal ekonomik planlarının yapılması;
k.SSCB'nin tek devlet bütçesi ve tüm Birlik, Cumhuriyet ve yerel bütçelere giden vergi ve gelirlerin onaylanması;
l.Tüm Birlik ölçeğinde önemli bankaların, sınai ve tarımsal kuruluş ve işletmelerin ve ticari işletmelerin yönetimi;
m.Ulaşım ve komünikasyonun yönetimi;
n.Para ve kredi sisteminin yönetimi;
o.Devlet sigorta sisteminin örgütlenmesi;
p.Borç alma ve verme;
r.Toprağın ve doğal kaynakların, orman ve suların temel kullanım esaslarının belirlenmesi;
s.Eğitim ve kamu sağlığı alanında temel esasların belirlenmesi;
t.Tek bir ulusal ekonomik istatistik sisiteminin örgütlenmesi;
u.Çalışma mevzuatı esaslarının belirlenmesi;
v.Hukuk sistemi ve usul hukuku üzerine yasama; ceza yasası ve medeni yasalar;
y.Birlik yurttaşlık yasaları; yabancıların hakları yasaları;
z.Tüm Birlik içerisinde af yasalarının çıkarılması.

MADDE 15. Birlik Cumhuriyetlerinin egemenliği sadece SSCB Anayasasının 13. maddesinde belirtilen hükümler tarafından sınırlanır. Bu hükümler dışında, her Birlik Cumhuriyeti devlet otoritesini bağımsız olarak uygular. SSCB, Birlik Cumhuriyetlerinin egemenlik haklarını korur.

MADDE 16. Her Birlik Cumhuriyeti, Cumhuriyetin özgül özelliklerini gözönüne alan ve SSCB Anayasası ile tam bir uyum içerisinde bulunan kendi Anayasasına sahiptir.

MADDE 17. Her Birlik Cumhuriyeti, SSCB'den serbestçe ayrılma hakkına sahiptir.

MADDE 18. Bir Birlik Cumhuriyetinin toprakları kendisinin onayı olmaksızın değiştirilemez.

MADDE 19. SSCB yasaları, her Birlik Cumhuriyetinde aynı ölçüde yürürlüktedir.

MADDE 20. Bir Birlik Cumhuriyeti yasası ile Tüm Birlik yasası arasında uyuşmazlık bulunduğu takdirde, Tüm Birlik yasası geçerlidir.

MADDE 21. Bir Birlik Cumhuriyeti yurttaşlığı tüm SSCB yurttaşları için geçerlidir. Her Birlik Cumhuriyeti yurttaşı, SSCB yurttaşıdır.

SSCB'NİN EN YÜKSEK DEVLET İKTİDAR ORGANLARI
MADDE 30. SSCB'nin en yüksek devlet organı SSCB Yüksek Sovyetidir.

MADDE 33. SSCB Yüksek Sovyeti, iki bölümden oluşur: Birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti.

MADDE 34. Birlik Sovyeti, SSCB yurttaşları tarafından seçim bölgelerine göre her 300 bin kişi için bir temsilci temelinde seçilir.

MADDE 35. Milliyetler Sovyeti, SSCB yurttaşları tarafından Birlik ve Özerk Cumhuriyetlerinde, Özerk Bölgelerde ve ulusal bölgelerde, her Birlik Cumhuriyetinden 25 temsilci, her Özerk Cumhuriyetten 11 temsilci, her Özerk Bölgeden 5 temsilci ve her ulusal bölgeden bir temsilci temelinde seçilir.

MADDE 36. SSCB Yüksek Sovyeti 4 yıllık bir süre için seçilir.

MADDE 37. SSCB Yüksek Sovyetinin her iki bölümü, Birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti, eşit haklara sahiptir.

MADDE 38. Birlik Sovyeti ve Milliyetler Sovyeti yasa çıkarmada eşit haklara sahiptir.

YURTTAŞLARIN TEMEL HAK VE ÖDEVLERİ
MADDE 118. SSCB yurttaşları çalışma ve nitelik ve niceliğine uygun olarak çalışmalarının karşılığını alma hakkına sahiptir.
Çalışma hakkı, ulusal ekonominin sosyalist örgütlenmesi, Sovyet toplumunun üretici güçlerinin sürekli gelişimi, ekonomik kriz olasılığının ortadan kaldırılmış olması ve işsizliğin bertaraf edilmesi ile güvence altına alınmıştır.

MADDE 119. SSCB yurttaşları dinlenme ve boş zaman hakkına sahiptir. Dinlenme ve boş zaman hakkı, işgününün işçilerin ezici çoğunluğu için yedi saate inmiş olması, işçiler ve memurlar için tam ücretli yıllık izinlerin bulunması, ve emekçilerin kalabileceği geniş bir sanatoryum, dinlenme evi ve klüpler ağının bulunması ile güvenceye alınmıştır.

MADDE 120. SSCB yurttaşları, yaşlılıklarında, hastalık ve çalışma gücünün kaybı durumunda bakım hakkına sahiptir. Bu hak, işçi ve memurların sosyal sigortasının devlet tarafından ödenmesi, emekçiler için ücretsiz sağlık hizmeti ve emekçi halkın kullanabileceği geniş bir sağlık bakım evlerinin bulunması ile güvence altına alınmıştır.

MADDE 121. SSCB yurttaşları eğitim hakkına sahiptir. Bu hak, evrensel, zorunlu ilköğretim; yüksek öğretim dahil olmak üzere ücretsiz eğitim; üniversite ve yüksek okullardaki öğrencilerin büyük çoğunluu için devlet bursu; okullarda anadilde eğitim verilmesi; ve emekçilerin fabrikalarda, devlet çiftliklerinde, makine ve traktör istasyonları ile kolektif çiftliklerde ücretsiz mesleki, teknik ve agronomik eğitim organizasyonları ile güvence altına alınmıştır.

MADDE 122. SSCB'de kadınlar ekonomik, devlet, kültürel, sosyal ve politik yaşamın tüm alanlarında erkeklerle eşit haklara sahiptir. Kadınların bu hakları kullanma imkanı erkeklerle eşit derecede çalışma, ücret, dinlenme ve boş zaman, sosyal sigorta ve eğitim ve ana ve çocuğun haklarının devlet tarafından korunması, hamilelik süresince tam ücretli izin ve yaygın bir doğumevleri, kreş ve anaokulları ağı ile güvence altına alınmıştır.

MADDE 123. SSCB yurttaşlarının hangi milliyet ve ırktan olursa olsun ekonomik, devlet, kültürel, sosyal ve politik yaşamda tam hak eşitliği, ihlal edilemez bir yasadır. Irk ve milliyetleri temelinde yurttaşların haklarının doğrudan ya da dolaylı olarak kısıtlanması ya da aksine, doğrudan ya da dolaylı olarak ayrıcalıklar tanınması ve ırk veya milliyet ayrımcılığı, kin ve aşağılama, yasalar tarafından cezalandırılır.

MADDE 124. Yurttaşların vicdan özgürlüğünü güvence altına almak için, SSCB'de kilise devletten ve okuldan ayrılmıştır. Dini ibadet özgürlüğü ve dinsizlik propagandası özgürlüğü tüm yurttaşlara tanınmıştır.

MADDE 125. Emekçi halkın çıkarlarına uygun olarak ve sosyalist sistemi güçlendirmek için, SSCB haklarının aşağıdaki özgürlükleri yasalar tarafından güvenceye alınmıştır:
a.ifade özgürlüğü;
b.basın özgürlüğü;
c.kitlesel toplantılar dahil toplanma özgürlüğü;
d.sokak törenleri ve gösteri özgürlüğü.
Bu yurttaş hakları, basımevleri, kağıt stokları, kamu binaları, caddeler, iletişim imkanları ve bu hakların kullanımı için gerekli diğer maddi gerekliliklerin emekçi halk ve onların örgütlülüklerine sağlanması yoluyla güvence altına alınmıştır.

MADDE 126. Emekçi halkın çıkarlarına uygun olarak, ve hak kitllerinin örgütsel inisiyatif ve politik faaliyetin güçlendirmek için, SSCB yurttaşlarına kamusal örgütlerde -sendikalar, kooperatif birlikler, gençlik örgütleri, spor ve savunma örgütleri, kültürel, teknik ve bilimsel dernekler- birleşme hakkı tanınmıştır; ve işçi sınıfının ve emekçi halkın saflarındaki en aktif ve politik bakımdan en bilinçli yurttaşlara, emekçi hakın sosyalist sistemi güçlendirme ve geliştirme mücadelesinde öncüsü olan ve emekçi halkın tüm, kamu ve devlet, örgütlerinin önder gücünü oluşturan SBKP (Bolşevik)'de birleşme hakkı tanınmıştır.

MADDE 127. SSCB yurttaşları, kişi dokunulmazlığına sahiptir. Hiç kimse bir mahkeme kararı ya da temsilcisinin onayı olmadan tutuklanamaz.

MADDE 128. Yurttaşların konut dokunulmazlığı ve haberleşmenin mahremiyeti yasa ile korunmaktadır.

MADDE 129. SSCB, emekçi halkın çıkarlarını savundukları, bilimsel faaliyetleri veya ulusal kurtuluş mücadeleleri nedeniyle koğuşturmaya uğrayan yabancı yurttaşlara sığınma hakkı tanır.

MADDE 130. SSCB Anayasasına uymak, yasalara uyun davranmak, iş disiplinini korumak, kamusal görevleri dürüstçe yerine getirmek ve sosyalist ilişkilerin kurallarına saygı göstermek her SSCB yurttaşının görevidir.

MADDE 131. Kamusal, sosyalist mülkiyeti Sovyet sisteminin kutsal ve ihlal edilemez temeli, ülkenin zenginlik ve güç kaynağı ve tüm emekçi halkın gönençli ve kültürlü yaşamının temeli olarak korumak ve güçlendirmek her SSCB yurttaşının görevidir.
Kamusal ve sosyalist mülkiyete karşı suç işleyen kişiler, halkın düşmanıdır.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Kürt sorununa sosyalist bakış


Öncelikle Kürt sorununun bu ülkenin en büyük sorunlarından biri olduğunu ve bir an önce çözülmesi gerektiğini belirterek başlayayım. Ancak Kürt sorununu tüm boyutlarıyla ele almamız gerektiğini,hem Türk hem Kürt tarafından bakış açısı geliştirmek gerektiğinin de farkındayım. Bu yüzden etnik şovenizmi destekleyen ve tek taraflı 'milliyetçi' söylem geliştiren görüşleri de mahkum ediyorum. Bu nedenledir ki şu andaki Sosyalist hareketin "genelinin" Kürt sorununa bakış açısı ve çözümü konusunda bazı çelişkiler içerisinde olduğunu düşünmekteyim.

Kürt sorununu yaratan nedenlerin,geçmişte Kürtler üzerinde uygulanmaya çalışılan milliyetçi ve otoriter baskılar olduğunu artık kabul etmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Bu gün Kürt sorunu diye bir şey varsa bunun kaynağı "Kürdüm" demenin ve Kürtçe konuşmanın bile yasak olduğu,insanların kendilerini ifade edemediği,kendi kültürlerini yaşayamadığı dönemlerdir şüphesiz. Şu da bir gerçek ki PKK'yı yaratan şey de budur,bu hareketin geniş Kürt kitlelerinden destek almasının sebebi de budur. Aslında Kürt sorunu, Kürtlere uygulanmaya çalışılan inkar,imha ve asimilisyon çabalarının geri tepmesidir. Bir anlamda etkiye tepki de diyebiliriz.

Kürt halkına yapılanları biliyor,okuyor,görüyoruz. Kesin bir dil ile başta gerici,milliyetçi,ayrıştırıcı,savaşı körükleyici görüşler olmak üzere Türkiye halkları yararına olmayan her türlü görüşü reddetmek gerekiyor. Bu bağlamda Kürt sorununu sadece "terör sorunu" boyutuna indirgeyerek,bu sorunu silahla çözmeye çalışan,PKK'nın bitince Kürt sorununun da biteceğini düşünen militarist görüşlere de karşı durmak farzdır. PKK'yı yaratan unsurlar da kin politikaları,militarizm ve milliyetçiliktir. Ancak PKK'nın da insani eylemler yaptığını ve barışa yönelik adımlar attığını iddia edemeyiz. PKK'nın çıkış noktası meşru bir zemin olarak görülse de sık sık söylem değiştirmeleri,farklı yönelimlerle çözüm üretmeye çalışmaları meşruluğu ortadan kaldırarak büyük bir çelişki ortaya çıkarıyor. Kuruluşundan bu yana farklı farklı ideolojik kılıflara bürünmüş ve her devir de farklı bir "Kürt sorununun çözümü" taslağı öne sürmüşlerdir. Kısacası "bağımsız Kürdistan" söyleminden,"Demokratik Federalizm" söylemine varana kadar bir çok görüş dile getirilmiştir. Hepsinde de değişen dünya konjonktürüne göre pragmatik ve inandırıcılıktan uzak uyarlamalar yapılmıştır. Böylece kamuoyunun ve vicdanların kafası iyice karışmıştır. Dahası, en kutsal hak olan yaşama hakkına sürekli değişen politikalar ve stratejiler gereği kast edilmesini hangi vicdan savunur?

Artık iki tarafta da milliyetçilik giderek büyüyor. Kürt milliyetçiliğini doğuran ve büyüten Türk milliyetçiliğini şimdi PKK'nın eylemleri ve söylemleri besliyor ve karşılıklı olarak halklar birbirlerine daha çok kin duyuyorlar. Yaşanan trajediler birileri tarafından siyasi rant malzemesi olarak kullanılıyor. Bu binlerce yıldır birlikte yaşayan kardeş halklar adına üzüntü ve utanç verici değil de nedir?

Milliyetçilik demişken yazımın başında değindiğim Sosyalist bakış açısı konusunu açmak gerekir. Bir çokları ezilen ulus milliyetçiliğini kendilerine kalkan ederek açık açık milliyetçiliği(Kürt milliyetçiliğini)destekliyor ve kendilerine "Sosyalist" diyorlar. Ezilen ulus milliyetçiliği kavramı çeşitli kalkanlardan sadece biridir. Diğeri-ve bence en önemlisi-"Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı" tezidir. Lenin'in bu ünlü tezini tahlil etmeden,çözümlemeden ve yaşadığımız coğrafyaya,günümüze uyarlama gereksinimi bile duymadan körü körüne ve bilmeden savunmak ucuz siyasi lafazanlıktır,sonuçları ise oldukça büyüktür. Bir arada,barış içinde ve kardeşçe yaşamak ideali dururken,emperyalizm'in at koşturduğu bir bölgede Kürt sorununu UKTH'ye göre kabataslak yorumlamak ve yol haritası çizmek ancak ve ancak felaket getirir. Şu an öyle görülüyor ki ayrılıkçı hareketlerin halklara getirisi daha fazla bağımlılık ve daha fazla emperyalizm tahakkümü olacaktır.

Bana göre çözüme, bu topraklarda beraberce yaşayan kardeşlerin birbirlerine destek çıkmaları ile varılır. "Bir elin nesi var iki elin sesi var" sözündeki gibi,Türk ve Kürt halkları bu topraklarda barış içinde ve kardeşçe yaşayabilir ve yaşamalı da. İki tarafta içindeki savaş tüccarlarını,kan ve ölüm kutsayıcılarını,milliyetçileri temizlemelidir. Türk ve Kürt kardeşliğinin kangreni işte bunlardır. Türkiyeli Sosyalistlere(Türk ya da Kürt hiç farketmez) düşen birincil görev de; özgür bir ülkede bir arada yaşamı örgütleme sorumluluklarıdır. Ortak düşman ne ise kim ise,kim barış'ın önünde engelse beraberce savaşım vermek gerek. Yugoslavya örneğinde olduğu gibi küresel emperyalizm halkların kaderleriyle,gelecekleriyle oynamış ve uzun zamandır bir arada yaşamış halkları birbirine kırdırmıştır. aynı şeyi Irak için de söylememiz mümkündür.

Halkların birbirine kırdırılmadığı,kazananın savaş tüccarları ve egemen güçler olmadığı,insanların ırklarından,kökenlerinden dolayı yadırganmadığı,halkların kendilerini rahatça ifade edebilecekleri özgür ve demokratik bir ülkeyi inşaa etmek için gereken şey birliktir. İşte Sosyalistlerin,devrimcilerin görevi de bunu sağlamaktır. Yeterince acı çektik,çekiyoruz! artık barış'ın zamanı daha gelmedi mi? yükselen barış çığlıklarını bastırmaya hangi zalimin gücü yeter?...

Yaşasın Halkların Kardeşliği!

Selam Olsun Özgür Ülke Düşü Kuranlara!

Biji Aşiti!-Yaşasın Barış!

5 Temmuz 2009 Pazar

'Solun liberalizmle ve liboşlarla imtihanı'

Geçmişte yapılmış darbelere selam çakmış şimdi ise bir numaralı demokrat ve darbe karşıtı olmuş liberallerin şu sıralar telaşla giriştikleri bir iş var; solun içini boşaltmak ve sınıf ekseninden koparmak. gerçekten de yaptıkları tam olarak budur. bu gayrette olan yazarların fikirlerini okuyunca türkiye 'entelijansiyası' adına derin bir üzüntüye gark oluyorum. bu kadar çelişkili olmamalı, bu kadar 'tarafgirlik' kokmamalı aydınların(!) fikirleri diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Neymiş, 'sol artık marksist donukluktan uzaklaşmalıymış','globalleşen dünyaya ayak uydurmalıymış','sol piyasacılık diye bir kuram geliştirilmeliymiş' ve bunlar gibi bir sürü abukluklar.

Şu çok iyi bilinmeli ki sol elbet donuk olmamalıdır,yeni politika üretmelidir. Ancak türkiye de sol,solun içine bir miktar liberalizm,bir miktar gericilik enjekte edilerek değiştirelemez. eğer öyle olursa bunun adı sol olmaz. sol eğer gerekiyorsa kendisi için gereken dönüşüm ve yenilik enerjisini,özünden yani diyalektikten alır. çünkü sol demek diyalektik demektir. değişim,devinim ve devrim demektir.

60'lı yıllara dönelim biraz, Türkiye sol hareketinde kırılma noktası 60'lı yıllar olmuştur. 1961 anayasasının estirdiği özgürlükçü hava ile sol potansiyel artmaya ve kendine taraftar bulmaya başlamıştır. bunun sonucu olarak TİP kurulmuş işçiler ve gençler bu parti çatısı altında bir araya gelmişlerdir. 1965 yılında meclise 15 milletvekili sokarak büyük bir başarı sağlamıştır. daha sonra TİP içinde yaşanan SD-MDD ayrımı sonrası TİP güç kaybetmiş ve türkiye solu iki kutba bölünmüştür. bir yanda parlementarist bir sosyalizm hedefleyenler diğer yanda milli demokratik devrim hedefleyenler.

Bu iki görüşünde elbet hataları ve eksiklikleri mevcuttu ancak iki görüşte türkiye sol hareketinde önemli bir yere sahiptir. SD görüşündeki TİP legal sol partilerin kuruluşuna ön ayak olmuştur,MDD görüşü ise gençlerin hızla politize olmasına yaramıştır. 1971 muhtırasından 12 eylüle kadar olan süreçte parlementerist sol etkisini yitirmiş ve sol,fokocu,illegal görünüme kavuşmuştu. bunun sebebi ise sola karşı paramiliter kuvvetlerin uyguladığı şiddetin solda meşru müdaafa duygusu yaratmasıydı. bu süreçte sol kendi içinde fraksiyonlara ayrılmıştı ve her oluşum kendi devrim teorisini farklı söylemler üzerinden geliştiriyordu. bu aşamada solu bitirme çabaları çeşitli karşı-propaganda ve katliamlarla perçinlenirken,son darbe 12 eylül olmuştu ve solun üzerinden adeta silindir gibi geçmiştir.


12 eylül sonrası Türkiye 'asmayalım da besleyelim mi' diyenlerle ve 'ton ton' amcalarla hızla liberalleşme ve globalleşme sürecine girdi.(şimdiki liberaller belki de bu yüzden 12 eylül darbesine derin bir sevgi beslemişlerdir,bilemiyoruz) öyle ya,artık büyük bir sol potansiyel yoktu. artık başarıya ulaşmışlardı ve şimdi planlarını harekete geçirmeliydiler.
Buraya kadar bilinen şeyler tamam ama,liberallerin şimdilerde solu 'sınıfsızlaştırma' çalışmalarındaki gaye nedir tam olarak ?

Sormamız gereken soru aslında basittir, sol'la sentez yapmaya çalışarak daha insani mi göstermeye çalışıyorlar vahşi kapitalizmin öz çocuğu olan liberalizmi ? ya da şimdilerde dinci-gericilerle yaptıkları ittifağı yarın kendi yarattıkları ve sol olmayan bir 'sol'la mı gerçekleştirmek istiyorlar ?

Bu ülkede aklı selim herkes bilir ki sosyalist/sol;anti-emperyalist,anti-kapitalist,anti-liberalisttir. sosyalist/sol ezilen halkın,yoksul kesimin ve işçilerin ideolojisidir,sınıf çelişkisinden hareketle siyasi perpektif çizer. ve bu değerler olmadan sosyalist/sol hiçbirşeydir. geçmişte bir çok fraksiyona ayrılan sol görüşlerin temelinde de bu görüşler vardı.

Siz sol'un içini boşaltmaya çalışanlar,gericilerin koltuk değneği olmaya devam edin. sosyalistler sizin oltanıza gelmez, boşa kürek çekiyorsunuz.